(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Ey okur! Yıllar önceydi, Atasoy Müftüoğlu’ya sohbet ediyordum, “şehit kelimesi” dedi “Ulu orta kullanıyor. O kadar basite indirgememek lazım”. Örnek verirken de “Mesela demokrasi şehidi olmaz” dedi. Haklı mıydı? Bilmiyorum. Şehit kelimesinin yerli yersiz kullanıldığının ben de farkındayım. Yazıya otururken bir haber okudum, “Bundan sonra orman yangınlarında ölenler şehit sayılacak…” diye.
Neden? Yönetmelik değişmiş çünkü… Şehitlik kavramı tamamen dini değil mi? Kararname veya yönetmelikle ‘şehit’ ilan edilebilir mi? Yanarak veya boğularak ölenlerin ‘şehit hükmünde’ sayıldığına ilişkin dinin görüşü olduğunu elbette biliyorum. Aslolan savaş meydanlarında dini ve vatanı için hayatını kaybedenler ‘şehit hükmünde’. Şehitliğin yüce mertebe olduğu muhakkak. Bu topraklarda şehitler tepesi boş kalmaz.
Hayır, konu şehitlik falan değil. Başlığını atarken neler düşündüğümü sizinle paylaşmak istedim. Yazılarımın sohbet havasında gelişmesinden yanayım. Siz de fark etmiş olmalınız. Burada sesinizi duyamazsam da oralarda bir yerlerde varlığınızı biliyor ve hissediyorum. Keşke itiraz ve tepkilerinizi işitebilsem… Farklı görüş ve düşüncelerinizi öğrenebilsem… Kim bilir belki… Bir gün o günler de gelir.
Demokrasi vurgusunu yaptıktan sonra ‘kurbanı’ yerine ‘şehidi’ diyebilirdim. Yanlış olur muydu? En fazla Atasoy Müftüoğlu okursa karşı çıkabilirdi. Hep onlardan ‘demokrasi şehitleri’ diye söz edildi. Kurban veya şehit her iki kelimeye de itirazım yok. İkisi de meramımı anlatmaya kifayet eder. Onlar dedim ama sadece birisini yazacağım. 16 – 17 Eylül Adnan Menderes ve iki arkadaşının idam edilişlerinin yıl dönümü…

Önce iki bakan ipe gitti. Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu… Gerek 27 Mayıs gerekse idamlarda hep Menderes’ten bahsedilir. İki bakan biraz sahipsiz kaldı sanki… Yakın siyasi tarihi iyi bildiğimi düşünürüm. Dönem dönem okumalar yaptım. Polatkan ve Zorlu hakkında çok az şey bildiğimi fark ettim. Tamam Adnan Menderes’in yeri özel… Ama iki bakan da bu kadar unutulmuşluğa, meçhule terk edilmemeliydi? Onlar ‘meçhul asker’ değil. Kim oldukları bilinmeli ve zaman zaman hatırlanmalıydı.
FATİN RÜŞTÜ ZORLU…
Rasim Koç’un ‘İdam Sehpasındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ kitabı elime geçti, merak ve heyecanla bir çırpıda okudum. Ve fırsat doğduğunda da yazmaya karar verdim. O şans ve imkan bugün elime geçti. Birkaç gün önceki ‘ölüm yıldönümünü’ de vesile kılarak size Zorlu’dan söz edeceğim. Hayatından kesitler aktaracağım. Son anını, idama nasıl metin ve cesaretle gittiğini anlatacağım. En etkileyici olan da o son sahne…
İsterseniz oradan başlayalım… Önce Hasan Polatkan’ın alıp götürdüler. Sonra ayak sesleri Fatin Rüştü Zorlu’nun bulunduğu hücreye yaklaştı. Kapı açıldı, Zorlu uyandı. Daha şafak bile atmamıştı. Hava alacakaranlıktı. Günün ışımasına zaman vardı. Zorlu görevlilere “Burada mı? Benden mi başlıyorsunuz?” diye sordu. Soru cevapsız kaldı. Beyaz gömleğini ve koyu renk takım elbisesini giydi. Bir süre yürüdüler. Başsavcı Altay Ömer Egesel “Hakkınızdaki idam kararı onandı… Biraz sonra infaz edeceğiz” dedi. Zorlu şaşırmadı, bekliyordu. Herhangi tepkisi ve itirazı olmadı.
Soğukkanlı ve sakin bir şekilde “Abdest almama ve aileme bir mektup yazmama müsaade edecek misiniz?” diye sordu. Egesel, “Tabii… Ama çok kısa olmak şartıyla…” dedi. Adli Tabip Lütfü Bey araya girdi “Fatin Bey isterseniz ben yazayım siz altını imzalayın…” dedi. Zorlu “Hayır… Müsaade edin ben yazayım” ısrarında bulundu. Kâğıt, kalem geldi. Tabureye oturdu… “Kelepçeyi açın da yazayım…” dedi. Egesel ve infaz ekibi Zorlu’nun sesini duymazdan geldi. Kelepçeyle yazmasını beklediler. Zorlu tekrar etti; “Açın da rahat yazayım…” Nihayet bileklerindeki kelepçe çözüldü.
Egesel’in göz hapsinde yazmaya başladı. Her kelimesini okuyorlardı. Eli titremedi, kalemi yamulmadı… Bir kaç satırda bitirmedi. Cümleler uzayınca uyarı geldi; “Fatin Bey biraz çabuk olun…” Mektubu bitirdikten sonra Egesel’e “Buyurun…” diye uzattı. Altını imzalamamıştı. Ama yazı onundu. ‘Sevgili Anneciğim’ diye başladı. Önce annesine seslendi. Annesi sağdı. Ardından eşine, çocuklarına ve ağabeyine hitap etti. İlk cümlesi; “Şimdi Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir…” Ailesinin bir ve beraber olmasını istedi. Ve “Allah’ın takdiri böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim” dedi. Son anlarını gönül rahatlığı içinde geçirdi.
SON NEFESİNİ KORKMADAN VERDİ
Abdest alması için ibrik getirildi. Huşu içinde abdestini aldı. İnfaz ekibine “Kravat takabilir miyim?” diye sordu. “Hayır” cevabı aldı. “Peki öyleyse…” dedi. Son talebi karşılık bulmamıştı. Kravat takması istenmedi. Ceketini giydi, saçlarını taradı. Egesel’e dönerek “Her şey mukadderat… Sizi çok üzdüm. Hakkımı helal ediyorum” dedi. Ada Komutanı Tarık Güryay’a şunları söyledi: “Benden evvel asılmış olanların ölüme nasıl gittiğini bilmiyorum. Fakat ben işte gördüğün gibi, galiba bir insanın olabileceği kadar sakin ve metinim. Senden bunu aileme, bilhassa anacığıma mutlaka bildirmeni istirham ediyorum. Son nefesimi onu utandıracak bir korkaklığa düşmeden verdiğimi mutlaka bilmesini isterim…”
Merak etti, Güryay’a “Ben asılanların kaçıncısı oluyorum?” diye sordu. “Ne baştasın ne sonda…” cevabını aldı. Tebessüm etti ve “En hayırlısı her şeyin ortasıdır…” hadisini okudu. Ve idam sehpasına doğru yürüdü. Celladın ellerinin titrediğini gördü. “Oğlum” dedi “Ne titreyip duruyorsun? İlmek senin değil benim boynuma geçecek…” Ufka doğru baktı, “Haydi Allah’a ısmarladık” dedi. Bunlar, onun dünyadaki son sözleri oldu. Fotoğraflar çekildi. Ertesi günü gazetelerde boy boy yayınlandı.
İdamlar olağan bir dönemin sonucu değildi. 27 Mayıs darbesinin neticesiydi. Adnan Menderes hükümeti bir cunta darbesiyle devrildi. Yassıada’da olağanüstü mahkeme kuruldu. Mahkeme Başkanı Salim Başol “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor…” diyerek yukarıdan gelen işaretler doğrultusunda kararlarını verdi. Zorlu hakkında ‘43 suistimal dosyası’ açıldı. Medyaya yansıyan her iddia dava konusu olmuştu. Zorlu hiçbir delile dayanmayan gazete haberleri ve dedikodular karşısında “Buna mahkeme demezler, ortaçağ usulüyle teşhir derler… Dedemin servetinin hesabını benden soruyorsunuz?” diye tepki gösterdi.

Aylarca süren yargılamanın sonunda Yassıada Mahkemesi Zorlu’yu ‘Anayasayı ihlal’ suçundan idama hükmetti. Oysa ihlal ettiği anayasa yürürlükte bile değildi. 27 Mayıs darbesi anayasayı toptan kaldırdı. Darbe yargısında ne hukuk aranır ne de mantık… ‘Onları oraya tıkan irade ve güç’ ne derse o… Mahkeme, hukuk, yasa falan hikaye. Zorlu, Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) idamını onadığı isimler arasındaydı. Onun üzerindeki idam hükmünün üçü infaz edildi. Ve 27 Mayıs tarihe ‘kanlı’ darbe diye geçti. Başbakan ve iki bakanın kanına girdi çünkü.
BABASI, ABDÜLHAMİD’İN YAVERİYDİ
Zorlu’nun babası İbrahim Rüştü Bey 2. Abdülhamid’in yaverlerindendi. ‘Akabe Kahramanı’ olarak bililir. Annesi Bedirhan aşiretinden Güzide Hanım’ın babası Hüseyin Rıfkı Paşa… Devlet ve ilim adamıydı. Kabri Fatih Camii’nde… Baba memleketi Artvin… Yusufeli İlçesine bağlı Esenyaka Köyü… Köyün eski adı; Zor… Aile soyadını buradan aldı. Zorlu eğitimine dönemin en iyi okullarından Galatasaray Lisesi’nin ilkokul kısmında başladı. Okul arkadaşları onu ‘mahçup, sıkılgan, içine kapanık, az konuşan sakin bir çocuk’ olarak tanımladı. Diş hekimi olmak hayaliydi. Annesi ise ‘diplomat’ olması için ısrarcı oldu. Paris’te Siyasal Bilgiler, Cenevre’de hukuk okudu. Dönüşünde Hariciye’de işe başladı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Aras’ın eşi Makbule Hanım genç Fatin’i görür ve pek beğendi. Damadı olması için girişimde bulundu. Zorlu bir anda memuru olduğu Dışişleri’nde Bakan Bey’in damadı oldu. Düğünlerine Atatürk de kaldı, hediyeler verdi. Bu hediyeler Yassıada mahkemesinde dava dosyalarına girdi. Bürokrasi basamaklarını hızlı tırmandı. Özel hayatı çalkantılarla geçti. Vesamet Hanım girdi yaşamına. Adnan Menderes’in “Fatin Ankara’ya gel de daha yakın çalışalım…” teklifini kabul etti. 1954 seçimlerinde Çanakkale’den Meclis’e girdi. Menderes’in Başbakan Yardımcısı oldu.

Siyasette kıskançlığı, çekememezliği bakan koltuğuna oturduğunda gördü; “Kabineye girdikten sonra bana o zaman kadar sempatiyle ve takdirle bakan pek çok kimselerin bu tavrının değiştiğini müşahede ettim. Matbuat aleyhimde yayınlara başladı. Paris’te daimi delegeliğe ait binanın resmini basarak ‘Zorlu’nun satın aldığı şato’, yine Ağa Han’ın oğluna ait otomobiller ve atların resimlerini basıp Zorlu’nun diye gösterdiler…” Medya her dönem darbelerin iklimini oluşturmak için elinden geleni yaptı. 1957’de Fuat Köprülü’nün yerine Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi. 3 yıl sonra başını vereceği cunta darbesiyle devrildi.
Demokrasi kurbanı veya şehidi Fatin Rüştü Zorlu’yu bir yazıya sığdırmak mümkün değil tabii. Kıbrıs davasına katkısına değinemedim bile. İdamının 64. yıldönümünde hatırlatmak ve kısaca hayatından söz etmek istedim.























