(The Turkish Post) – Bu sene 6’ncısı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘İstanbul Kültür Yolu Festivali’ kapsamında sanatseverlerle buluşan Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali Filistinli yönetmenleri İstanbul’da ağırladı. Filistinli şair Mahmud Derviş’in anısına düzenlenen festivalin konukları arasında yer alan 5 Filistinli usta yönetmen Grand Pera Emek Sahnesi’nde gerçekleşen ‘Dünden Bugüne Filistin Sineması’ başlıklı panelde TRT World’den Aslıhan Eker Çakmak’ın moderatörlüğünde Filistin sinemasını konuştu. Panelin açılışında konuşan Çakmak, Filistin sinemasının özellikle 7 Ekim’den beri dünya çapında düzenlenen organizasyonlarda ‘yok sayılmaya çalışıldığı’ görüşünü aktararak, “Fakat buradaki yönetmen konuklarımız Ameen Nayfeh, Darin J. Sallam, Nevres Ebu Salih, Mohammad Almoghanni, Ahmad Saleh gibi birçok isim Filistin sinemasının var olduğunu çalışmaları ve varlıkları ile duyurmaya devam ediyor” dedi. Usta yönetmenler panelde moderatör Çakmak’ın soruları ekseninde Filistin sinemasının çıkış noktası, imkanları, temsil ettikleri ve 7 Ekim’den sonra nasıl şekilleneceği hakkında görüşlerini aktardı.
DARİN J. SALLAM: FARHA’DA ABARTTIĞIMI DÜŞÜNENLER 7 EKİM’DEN SONRA ÖZÜR DİLEDİ
Yakın zamanda ‘Farha’ filminin Netflix’ten kaldırılması yönündeki baskılarla gündeme gelen Darin J. Sallam, bir yönetmen olarak ‘diğer bütün sinemacılar gibi herhangi bir şey hakkında film yapıyormuş gibi hissettiğini’ vurgulayarak, “Ama Filistin sineması dediğimizde sorumluluk birlikte geliyor yani bir sorumluluk hissediyoruz. Bir yönetmen olarak acımızı göstermek bizim için bir sorumluluk. Öte yandan bunu göstermek zorunda kalmak bile üzücü ancak ne yazık ki Filistinliler yıllardır dünyanın pek çok yerinde insan değil, sadece sayı olarak gözüküyor” diye konuştu. Sallam, Nakba olayından yola çıkan ve küçük bir kız çocuğunun hikayesini işleyen ‘Farha’ filmini çekerken insanların kendisini eleştirdiğini aktararak, “O günlerde bütün dünya Ukrayna hakkında konuşuyordu ama kimse Filistin hakkında konuşmuyordu. Ancak 7 Ekim’den sonra beni çok kişi arayarak filmimle ilgili ‘biz senin abarttığını düşünüyorduk’ itirafında bulundular ve 7 Ekim’den sonra abartmadığımı gördüklerini söylediler” ifadelerini kullandı.
AMEEN NAYFEH: SOYKIRIMA ŞAHİT OLAN BİR KUŞAĞIZ
9 yılda çektiği ‘200 Metre’ filmi ile tanınan Ameen Nayfeh de, Filistinli bir yönetmen olarak yaşadıkları zorlukları şöyle aktardı: “Sinemacılar aslında bütün dünyada zorluklar yaşıyorlar, mutlaka Türk yönetmenler de yaşıyordur. Ancak biz Filistin’de film çekmek için hiçbir alt yapıya sahip değiliz, fon da bulamıyoruz, çok zorluk yaşıyoruz. Bunlara rağmen Filistin sinemasını bir zorunluluk olarak görüyorum çünkü yaşanan acıları göstermeliyiz. Çocukluğumda birçok trajediye şahit oldum, o acıları gördüm ve hissettim. Bugün buradaki yönetmenler olarak hepimiz hemen hemen aynı yaştayız yani aynı travmaları yaşayan isimleriz. Bilinçaltımızda aynı şeyler yatıyor ve hepimiz bu soykırımın şahidi bir kuşağız. Bugün herhangi bir yerde yüz kişiye soykırım nedir diye sorsanız hepsinin ya ailesi görmüştür ya kendisinin bir fikri vardır ama bunlardan kaçı Filistin’de yaşanan soykırımı biliyor? Bu yüzden filmlerimizde bunu anlatmak bizim için bir zorunluluk.”
MOHAMMAD ALMOGHANNI: İSRAİL BOĞAZIMIZA YAPIŞMIŞKEN DOĞA HAKKINDA FİLM YAPAMIYORUZ
‘Yafa’dan Bir Portakal’ filmi ile tanınan Clermont ödüllü yönetmen Mohammad Almoghanni de, kendisinin Polonya’da yaşadığını diğer Filistinli sinemacılar ile aynı zorlukları yaşamadığını aktararak, şu görüşlerini aktardı: “Yaptığımız aslında sadece bir işgal hikayesi anlatmak değil, aile, aşk gibi konularda da film çekiyoruz ama bütün bunlar sırasında tabii ki işgali de aktaracağız çünkü topraklarımızda İsrail işgali altında yaşıyoruz. Ben mesela doğa ile ilgili konular hakkında film çekmek istiyorum ama İsrail tepemizdeyken bunu yapmak zor çünkü boğazımıza yapışmış, sıkar durumdalar. Ve Filistin sinemasının zorlukları sadece İsrail’in işgali ile sınırlı değil, oryantalist dünyanın, Arap dünyasının da yaşattığı zorluklardan da bahsedilebilir. Biz Filistinli yönetmenler olarak bütün bu kalıpları yıkmak zorundayız.”
AHMAD SALEH: ZİHNEN DE ÖZGÜR OLMALIYIZ
Stop-motion tekniği ile hazırladığı ‘Night’ gibi Oscar adayı yapımları ile tanınan yönetmen Ahmad Saleh de, sadece bir Filistinli yönetmen olarak değil ayrıca genel anlamda bir sinemacı olarak da kendisini tamamen özgür hissetmediğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Hiçbirimiz aslında tamamen özgür değiliz, bizler zihnen kolonize edildik. Mesela tohumlar İsrail’den geliyor. Hepsi modifiye edilmiş, bir daha kullanılmayan tohumlar, ilk yapmamız gereken tekrardan büyüyebilecek tohumları toplamak. Herkes bunun farkında ama kimse adım atmıyor. Bu tohumlar üzerinden, tükettiğimiz yiyecekler ile de bizi kolonize ettiler. Özgür olduğumuzu sanıyoruz ama değiliz, bu büyük bir aldatmaca. Ve sadece kolonize edilmedik o kolonyal güce yardımcı bir rol da oynuyoruz. Eğer ben tamamen özgür değilsem nasıl özgürlük hakkında konuşabilirim? Bir sanatçı olarak tamamen özgür olmalıyım yani önce özgürlüğüm üzerine kafa yormalıyım. Beni kolonyal güce bağlayan bir bağı anında kesmem gerekiyor, onlara insan olduğumuzu açıklamayı kesmem gerekiyor, tam anlamıyla özgür olmam gerek.” İstanbul Sanat Paylaşım Derneği projesi olan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, TİKA, YTB, Zeytinburnu Belediyesi, Fono Film gibi birçok kuruluş tarafından desteklenen, Balkon Film tarafından organize edilen festival 6 Ekim akşamı AKM Tiyatro Salonu’nda ödüllerin sahiplerini bulduğu tören ile sona erdi.
NEVRES EBU SALİH: FİLMLERDE BİLE ABARTILI BULACAĞIMIZ ŞEYLERE TANIK OLUYORUZ
Yaşamını Türkiye’de sürdüren ve ‘Kutsal İşgal’, ‘Büyük Gelen Palto’ gibi filmleri ile ses getiren Nevres Ebu Salih de, bütün dünyanın 7 Ekim’den sonrasına odaklandığını ancak Filistin halkının son 75 yıldır aynı acılara maruz kaldığının altını çizerek, şu düşüncelerini paylaştı: “Bir sinemacı olarak doğal olarak bunları anlatmak istiyorsunuz. Bir değişim yaratacak bir film çekmek istiyorsunuz, yetmiyor, daha fazla anlatmak, daha fazla çekmek istiyorsunuz. Çünkü hangisini anlatacağınızı bilmiyorsunuz. 7 Ekim’den önce kendi açımdan söylersem hikaye yazma konusunda çok dikkatliydim ve abartıdan çekiniyordum. Ama şu an gerçek hayatta hatta filmlerde bile abartılı bulacağımız, asla olmayacağını düşündüğümüz şeylere Filistin’de tanık oluyoruz. Bir hikaye duymuştum, Filistinli bir kameraman her gün İsrail askerlerinden dayak yiyormuş. Sonunda bir gün bir asker ona dayak yediği halde neden her gün elinde kamerası ile geldiğini soruyor. O ise her gün dayak yesem de devam edeceğim, bu benim halkıma desteğim, yapabildiğim bu diyor. Biz de işte sinema ile bunu yapıyoruz.”