(The Turkish Post) – AYLİN ÜZÜMCÜ / ÖZEL RÖPORTAJ
AK Parti 22. Dönem İstanbul milletvekili Emin Şirin, gündeme dair The Turkish Post aracılığıyla önceki verdiği mesajlar ses getirdi.
Eski siyasetçi, mülakatının devamındaki bölümünde de Türkiye’de yargı bağımsızlığından CHP’li belediyelere yönelik operasyonlara, iktidarın dış politikadaki adımlarında, Terörsüz Türkiye sürecine, Meclis’in Abdullah Öcalan ile görüşme yapacağı iddialarına kadar pek çok konuda değerlendirmelerde bulundu.
Eski AK Parti milletvekili Şirin, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Yargı Türkiye’de bağımsız karar veriyor” şeklindeki demeçlerinin gerçeği yansıtmadığına dikkat çekiyor. Tunç’un insanın aklıyla alay ettiğini öne süren eski siyasetçi, adalet sisteminin doğrudan Saray’ın kontrolünde olduğunu iddia ediyor.
Şirin ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrasıyla ilgili de değerlendirmelerde bulundu.
Erdoğan’ın görevi bırakmasının ardından en güçlü adayın oğlu Bilal Erdoğan olduğunu düşünüyor.
Şirin ayrıca Terörsüz Türkiye sürecine de değindi.
Kürt sorunu ile ilgili sadece Abdullah Öcalan’ın muhatap alınmasını eleştiren eski siyasetçi, “Öcalan’ın kurucusu olduğu PKK’nın tasfiyesi konusunda rol alması pek tabii ki makul. Bu konuda Öcalan’la görüşmeleri de Meclis değil, MİT yürütür. Ayrıca gerek PKK’nın, gerekse YPG ve SDG’nin Öcalan’ı ne kadar dinlediği ayrı bir soru işareti.” değerlendirmesinde bulunuyor.
ADALET BAKANI, İNSANIN AKLIYLA ALAY EDİYOR
Bir dönem yargılanmış biri olarak Türkiye’de hukuk ve siyaset ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Yargı, Adalet Bakanı’nın sık sık tekrar ettiği gibi bağımsız mı sizce?
Adalet Bakanlığı’nın sık sık “yargı bağımsızdır” demesine ancak çok acı bir gülümsemeyle cevap verme imkânı var. Sanki insan aklıyla alay ediyor. Adalet sistemi çok büyük ölçüde siyasetin, daha doğrusu sarayın etkisi altında görünüyor.
ERDOĞAN, SONRASINDA PARTİNİN BAŞINA BİLAL BEY GEÇER
Eski bir AK Parti milletvekili olarak, son dönemde tartışılan “Erdoğan sonrası” için yorumunuz ne olur? AK Parti’de Erdoğan sonrası kimleri “şanslı” görüyorsunuz?
Erdoğan sonrası meselesini iki ayrı çerçevede ele almak lazım: Birincisi, Erdoğan sonrasında başkanlık sistemi devam edecek mi? Ben devam etme ihtimalini çok düşük görüyorum, hatta Sayın Erdoğan’ın bile kendisinden sonra hiç kimsenin kendisinin sahip olduğu yetkileri kullanmasına müsaade etmeyeceğini ve değişiklikleri kendisinin talep edebileceği düşüncesindeyim.
İkincisi, Erdoğan sonrası AK Parti’nin ne olacağıdır. AK Parti muhtemelen Sayın Bilal Erdoğan’ın kontrolünde bir süre devam edecek ve parlamentoda çok önemli bir grup olarak görünecektir. Bu parti kolay kolay, çok çabuk dağılmaz.
ERDOĞAN, TRUMP’UN İSTEDİKLERİNİ YAPARSA KÂRLI ÇIKACAK
AK Parti’de bir dönem milletvekilliği yaptığınız dikkate alındığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray çıkarması ve Trump’la görüşmesine baktığınızda ülke için de kâr mı görüyorsunuz zarar mı?
Sayın Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Trump’la görüşmesinin Türkiye açısından ve Erdoğan açısından kâr ve zararına ayrı ayrı bakmak lazım. Erdoğan, Trump’ın istediklerini yaparsa şahsen kârlı çıkacaktır. Türkiye ise kârlı mıdır, zararlı mıdır, onu da zaman gösterecek. Türkiye açısından önemli olan, Türkiye’nin Orta Doğu bataklığına saplanmadan, Suriye’deki oluşumun Türkiye’ye tehdit teşkil etmemesi ve İsrail’le bir çatışma ortamına girilmemesidir.
Ayrıca Trump’ın ısrarıyla bazı enerji kaynaklarından mahrum kalmamamızdır. Trump zor ve çok otoriter bir başkan; ne istediğini biliyor ve karşısındakileri mutlaka istediği noktaya getirmeye çalışıyor. Bugüne kadar da Rus ve Çin başkanları hariç diğer bütün liderleri istediği noktaya getirdi, getiriyor. Gözünüzün önüne, masasının önüne dizdiği beş Avrupa başkanı ve AB başkanının fotoğrafını getirin. Dolayısıyla Trump’la müzakere etmek hiç kolay bir iş değil; başınıza büyük bir bela gelmeden Oval Ofis’ten çıkmak bugünlerde başlı başına bir mesele.
RUBİO’YU TRUMP KONUŞTURDU!
Bu görüşmeyi, Rubio’nun konuşmasının aksine, Trump istedi. Gazze, Suriye, patrikhane, Ermenistan sınırının açılması, Rusya’dan petrol alınmaması, ABD’den likit gaz alımı, İran ambargosuna dikkat edilmesi, SDG’nin tanınması gibi talepleri var. Bizim talep ettiğimiz CAATSA, F-16 ve F-35 gibi konular ise Trump’ın ifadesiyle “Erdoğan istediklerimi yaparsa bu konular çok kolay konular.” Gelişmeleri bekleyip göreceğiz.
DIŞ POLİTİKADA İKTİDAR VE MUHALEFETİN ORTAK HAREKET ETMESİ ZOR
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı ile görüşmesi iktidar açısından “Zafer” olarak dile dile getirilirken, muhalefet açısında bir “hezimet” şeklinde ifade ediliyor. Bu tezadın sebebi sizce nedir?
Türkiye’nin dış politikasında iktidar ve muhalefetin beraber hareket edebilmeleri bugünkü şartlarda fevkalade zor. İktidar, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde hareket ediyor.
Bu projenin temeli, Türkiye’nin Orta Doğu’ya çakılması; Kürt meselesini ve Suriye meselesini yine Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında halletmeye çalışması ve Türkiye’nin Batılı normlardan uzaklaşmasıdır.
DEM PARTİ, İKTİDARLAR BERABER GİBİ!
Muhalefet derken CHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi’ni kastediyorum; DEM Partisi iktidarla beraber gibi görünüyor. Muhalefet Batılı normlardan uzaklaşmamış ve Büyük Orta Doğu Projesi’ni de reddeden bir tutum içerisinde. Aradaki fark çok büyük.
Hoş, iktidarla muhalefetin anlaştığı konular da var; mesela Suriyeli sığınmacılar konusunda iktidar “kalsın” derken CHP’nin burada ciddi bir itirazı yok. İleride bir röportajımızda dış politika konusunu çok daha geniş kapsamda ele alabiliriz.
FİDAN’IN SÖZLERİNİ MUHALEFET ÇOK BÜYÜTTÜ
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın KAAN uçağının motoruna ilişkin sözlerini, “Erdoğan’ın Trump görüşmesini boşa düşürme” olarak görüyor musunuz? Hakan Fidan, bu konunun görüşme gündeminin önüne geçeceğini öngöremedi mi?
Hakan Fidan’ın uçak motoru konusundaki sözlerinin iç politika açısından çok fazla büyütüldüğü kanaatindeyim.
Hakan Fidan’ın iç politikada, bugün için Sarayı kızdırabilecek bir tavır içine girebileceğini hiç zannetmem. Dış politika açısından ise bu sözlerini ABD’ye karşı, “Bu motoru vermezseniz önemli bir projemiz duracak, bu NATO’nun askeri gücü için iyi değil, bizi başka arayışlara itmeyin” şeklinde söyledi. Ben bunu yanlış buluyorum; bu tip sözler karşılıklı toplantılarda söylenir, kamuoyuyla paylaşılması gereken sözler değildir.
ÖZGÜR ÖZEL, MUAZZAM BİR PERFORMANS ORTAYA KOYDU
Son yıllarda CHP’nin aday belirleme sürecini ve muhalefetin bölünmesini eleştirdiniz; “Kendimizi felaketin içinde buluruz” dediniz. 2025 itibarıyla Türkiye’nin demokrasi ve ekonomi sorunlarına çözüm olarak ne önerirsiniz?
Öncelikle “kendimizi bir felaket içinde buluruz” sözümün ne anlama geldiğini açıklayayım:
Ben mutlaka hilesiz hurdasız bir seçim sonucu, demokrasi içinde bu iktidarın değişmesini ve yüzü Batı normlarına dönük, adaletli ve liyakatlı bir yönetimin gelmesini arzu ediyorum. Eğer bugünkü iktidar Batı normlarına dönmeyecekse, adaletli ve liyakatli bir yönetim tesis edemeyecekse (ki edemiyor görünüyor) çare, muhalefetin toparlanıp arzu edilen iktidarı temin etmesidir. Mevcut hallerine bakınca çok büyük sıkıntılar var. Kamuoyu araştırmalarına bakıldığında DEM Partisi hariç muhalefet iktidarı sağlayamıyor. Başat aktör CHP bir taraftan Saray’la, bir taraftan da iç karışıklıklarıyla mücadele ediyor. Daha ortaya ne bir program ne de problemleri çözebileceğine inandıracak bir kadroyu koyamadı. Halihazırda Özgür Özel’in muazzam performansıyla bir gayret içindeler.
Ortada yüzde 20’yi aşan bir kararsız seçmen var. Başta İYİ Parti ve Zafer Partisi olmak üzere diğer partiler de, eğer merkeze doğru gelebilirlerse beraber veya ayrı ayrı çok büyük potansiyele sahipler. Onlar da şu anda hamle yapmış görünüyorlar. Önümüzdeki günlerde bunu başarıp başaramayacaklarını göreceğiz.
YOLSUZLUK VE RÜŞVETE MAHKEME KARAR VERİR
Mart ayından itibaren CHP’nin belediye başkanlarına yönelik bir yargı operasyonu devam ediyor. Siz başta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yönelik tutuklama dalgasını “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarından kaynaklandığını düşünüyor musunuz?
2002’de iktidara gelen AK Parti, sanki bugüne kadar hiç yolsuzluk yokmuş gibi, son bir senede yolsuzlukları hatırladı!
Pek tabi, operasyonların başlama sebebi siyasi. Ancak ortada yolsuzluk ve rüşvet var mı yok mu, onu ancak mahkeme sürecinde iddianameyi gördükten sonra anlayacağız. Bu arada İmamoğlu’nun diplomasını iptal edilmesi meselesini unutmayalım. İnanılmaz bir hadise. Diploma iptallerine bakılacaksa ortada bakılacak çok diploma var.
ÖCALAN İLE GÖRÜŞMEYİ MECLİS DEĞİL MİT YÜRÜTÜR
Yeni çözüm süreci tartışmaları bağlamında, Abdullah Öcalan’ın Meclis’e gelmesi veya komisyonun İmralı’ya gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok yanlış buluyorum. Öcalan’ın kurucusu olduğu PKK’nın tasfiyesi konusunda rol alması pek tabii ki makul. Bu konuda Öcalan’la görüşmeleri de Meclis değil, MİT yürütür. Ayrıca gerek PKK’nın, gerekse YPG ve SDG’nin Öcalan’ı ne kadar dinlediği ayrı bir soru işareti. Meclis’e gelince, gerek Kürt meselesinde, gerek Türkiye’nin genel demokratikleşmesi ve hukuk devleti olması meselesinde, gerek anayasa meselesinde Öcalan’ın muhatap alınması son derece yanlıştır.
ÖCALAN’IN MUHATAP ALINMASI DOĞRU DEĞİL
Öcalan Türk halkının çok büyükçe olduğunun nefretini kazanmış bir kişi. Siyaseten bu kişiyi muhatap alıp bu çoğunluğun sinir uçları ile oynayamazsınız. Bu süreç yanlış gidiyor, muhtemelen yürümeyecek.
Her şeyden önce bugünkü meclisi teşekkür ettiren seçimden önce partiler bugün yaptıklarının tam tersinin propagandasını yaptılar. Bu Meclis ona göre kuruldu. Bu Meclis’in gerek anayasa gerek süreç konusunda hukuki hakkı olmasına rağmen siyasi meşruiyeti tartışmalıdır. Süratle bir seçim yapılmalı, seçimden önce anayasa ve Kürt meselesi konusunda her parti fikrini açıkça ortaya koymalı. Seçimden sonra ortaya çıkacak mecliste her konu açıkça tartışılmalı. Bu arada da Öcalan katiyen siyasi muhatap alınmamalıdır. İnanmakta zorluk çekiyorum. Kürt meselesini Türkiye’de tartışabilecek Öcalan’dan başka kimse yok mu?























