(The Turkish Post) – MERCAN BULUT
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı değerlendirmede, Türkiye’deki bazı dizilere tepki göstermişti. Erdoğan, söz konusu programların, mütedeyyin toplumun aile yapısı ve ahlak anlayışına zarar verdiğini kaydetmişti. Bu açıklamaların ardından da RTÜK, bazı televizyon programlarına yayın durdurma ve para cezası vermişti. Ben bu konuda daha önce de yazılar kaleme aldım. Sansür konusunda duruşum çok net. Sansürün ve müdahalenin her türlüsüne karşıyım. Çünkü bu konuda hem dünyada hem de Türkiye’de onlarca örnek mevcut.
Özellikle siyasi müdahalelerle bir sonuç alınması mümkün değil. Bu konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok iyi bildiği için de asla yayınlarla ilgili bir hedef göstermesinde bulunmadı. Daha ziyade, üstünkörü ifadeler kullanmayı tercih etti. Buradan mesaj alan bazı aklı evvel bürokratlar da, bazı dizilere hemen cezayı kesti. Ancak bu çağ dışı yaklaşım sonrasında, ilgili dizilerin ve programların izlenme ve reytingleri yeniden artmaya başladı. Gördüğünüz gibi, Türk toplumu artık sansürü net olarak cezalandırıyor. Bence bürokratik kadrolar, ceza sisteminden ziyade söz konusu dizilerin karşısına, iyi örnek teşkil edecek yayınlar koyarak bu sorunu kökten çözebilir. Ancak bunun için de iyi yetişmiş ve alanında uzman televizyoncu ve senaristlerin olması gerekiyor. İşte asıl sorun da tam bu noktada başlıyor. Ne yazık ki, özellikle mütedeyyin çevrelerde sinema ve dizi noktasında refere edilecek pek fazla kimse yok. Propaganda mahiyetinde yapılan yayınların ömürleri ve reytingleri dikkate alındığında da bu yolda kat edilecek çok uzun bir yol var.
Şimdi bu değerlendirmelerden yola çıkarak, Türkiye’de faaliyet gösteren dizilerin genel bir resmini çizmek gerekiyor. Bugün özel televizyonların hepsinde de belirli periyotlarla günlük diziler yayınlanıyor. Bu programların neredeyse hepsinin senaryosu sanki tek bir merkezden yayınlanmış gibi benzer konuları ele alıyor. Zengin aileler, boğaz kenarında yalılarda sürdürülen yaşamlar, aile içi aşk entrikaları, aşırı alkol tüketimi, mafyatik tipler, gece hayatı ve bolca aldatma sahnesi. Ne yazık ki bu senaryolar birden fazla dizi sahnesinde de yaşanıyor. Haliyle bunun izleyici kitlesiyse, aileler… Akşam bir araya gelen aile fertleri, bu yaşamı temsil eden dizileri büyük bir beğeniyle izlemeyi tercih ediyor. İleriki zaman diliminde de bu sahneler ve konular ailelerin yaşamının bir parçası olmaya bile başlıyor. Aslında Türk dizileri, normal olmayan ahlak dışı yaşamları bir şekilde normalleştirerek, dolaylı yoldan topluma kabullendiriyor. Ne yazık ki son dönemde Türk aile yapısında ciddi çatırdamalar yaşanıyor. Yetkili bireylerin bunları görmezden gelmesi kabul edilemez.
CİNSELLİK ÜZERİNDEN REYTİNG KAYGISI
Bu konuda birkaç söz söylemek gerekiyor. Türk dizilerindeki ahlak dışı yaşam, genellikle dizilerde işlenen hikâyeler ve karakterlerin yaşam tarzları üzerinden ele alınıyor. Ahlak aslında, toplumdan topluma değişen bir kavram olmuş olsa da temeli bir toplumun değer yargılarına dayanıyor. Türk dizilerinde görülen yaşam biçimleri, genellikle Batı etkisi, şehirleşme, tüketim kültürü ve bireysel özgürlük gibi temalarını ele alıyor. Bu durum, özellikle daha geleneksel değerleri benimseyen izleyiciler tarafından ‘ahlak dışı’ olarak yorumlanabiliyor. Ancak ahlak kavramının zamana, mekâna ve kültürel bağlama göre değiştiği unutulmamak gerekiyor. Örneğin; söz konusu aldatma, aşırı alkol, gece hayatı ve lüks tüketimi bir grup tarafından normal kabul edilebilir. Ancak toplumun geneli için düşünüldüğündeyse ciddi riskleri bünyesinde barındırıyor. Çünkü bazı sosyal medya gruplarında yapılan açıklamalara dikkat kesildiğinde, açıklama yapan kadın ve erkeklerin Türkiye’de yaşadığını asla tasavvur edemezsiniz. Nedeniyse, kadınların ve erkeklerin milyonların gözlerinin içine bakarak, ahlak dışı davranışlarını anlatmaları. İki farklı bireyin de yüzleri kızarmadan değerlendirme yapmalarının temelinde şüphesiz anormalin diziler aracılığıyla normalleştirilmesi yatmaktadır.
Türkiye’de yayın yapan Türk dizilerinde genellikle iki kutuplu bir ahlak anlayışı işleniyor. Birincisi modern ve batılı yaşam tarzları. İkincisiyse, geleneksel ve muhafazakâr değerler olarak öne çıkıyor. İlk grup lüks yaşam, bireysel özgürlük, ilişkilerde serbestlik gibi unsurlarla temsil edilirken, geleneksel yaşamdaysa, aile bağları, namus, ahlak ve geleneklere bağlılık gibi unsurlarla ön plana çıkıyor. Ancak şunu açıkça ifade etmekte fayda olduğu kanaatindeyim. Özellikle ticari kaygıların ön plana çıktığı bir dönemde televizyon ve gazetelerin temel bir güdüsü bulunuyor. O da reyting kaygısı ve tiraj endişesi. Bu kaygılardan dolayı geleneksel ve muhafazakâr değerleri temsil eden programların izlenme oranlarında da ciddi bir düşüş dikkatlerden kaçmıyor. Kısacası toplum artık dayatılmış ya da ilgi çekmeyen hiçbir yayına göz kırpmıyor. Özellikle propaganda amaçlı hazırlanan programların izlenme oranları da bu bilgileri doğruluyor.
REYTİNG KAYGISI, BOHEM HAYATA ZORLUYOR
Ne yazık ki, Türk dizilerinde de ahlak dışı olarak nitelenebilecek unsurların artmasının temel nedenlerinden biri, medyanın ticarileşmesi. Dizilerde daha fazla reyting almak adına entrika, ihanet, yalan, şiddet, çıplaklık, serpilmiş erotizm ve lüks yaşam tarzlarını abartılı bir şekilde işleme tercih ediliyor. Bu unsurlar, izleyiciyi ekran başına çekmek için kullanılan yöntemler olarak ön plana çıksa da aynı zamanda toplumda ahlaki yozlaşmayı meşrulaştırdığını görmezden gelemeyiz. Buradan hareketle, Türk dizilerindeki ahlak dışı yaşam eleştirileri, yalnızca içerik üreticilerine değil, izleyicilerin medya okuryazarlığına da ışık tutmak zorunda. Toplumun bir kısmı bu hikâyeleri modernleşmenin bir parçası olarak görürken, diğer bir kısmı bu yaşam tarzlarının yozlaşmayı teşvik ettiğini düşünebilir. Medyanın, izleyicilerin ahlaki duyarlılıklarını göz önünde bulundurarak daha dengeli bir içerik üretmesi, hem sanatın hem de toplumun gelişimi için önem teşkil ediyor. Burada yöneticilere de ciddi görevler düşüyor. Mesele farklı görüş ve düşünceyi cezalarla susturmak yerine, karşısına daha iyi örnekleri koyarak, mütedeyyin kesimin kaymasını önüne geçmek için projeleri destek vermeyi tercih etmelidir. Burada da, propagandist bir yaklaşımın oluşmasına engel olmanın yoluna bakmalıdır.