(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Ayların sultanı Ramazan geldi, ‘Bin aydan daha hayırlı’ gecelerin şahı Kadir yolda… Şeytanlar zincire vuruldu. Fakat insan şeklindeki zulmün şeytanları Ramazan dinlemiyor, daha da azıyor sanki. Seçim sürecinin iyice kızıştığı şu günlerde Ramazan siyasete de sirayet eder mi? Yoksa iftarlarla teravihlerle ‘seçimin sermayesi’ mi olur?
Ben bugüne kadar maalesef Ramazan’ın manevi havasının ‘istismar’ dışında siyasete yansıdığını pek görmedim. Neyse konumuz hayatında sayılı Ramazanlar kalan biri olarak, ‘bu fırsat ve imkân ayını’ en iyi değerlendirmenin yolunu bulmak. Ve sizleri de bu mübarek ayın atmosferine davet edecek bir yazı yazmak…
‘Üzüm kurusuyla açılmış oruç / Başına çiğ yağmış namaz / Bu fırtınanın önünde / Bunlardan başkası duramaz’. Sezai Karakoç’un bu mısralarını her Ramazan’ın manevi iklimine girerken kalbimin ta derinliklerinde hissederim. Ve iftar sofrasında ‘üzümün kurusunu’, sahurda sadece ‘iki bardak suyu’ hiç eksik etmem.
Neylersin ki… ‘Ve insan aldandı’. Çağ zulüm çağı. İyilerin kaybettiği güçlülerin galebe çaldığı çağ. İnsanlık bir fırtınaya tutuldu. Bu fırtına karşısında ayakta kalabilmek ancak ‘oruç ve namazla’ mümkün. Karakoç haklı, oruç ve namazdan başkası, tufana dönüşen bu fırtınanın önünde duramaz, kuru bir yaprak gibi savrulur gider.
‘Getirin bütün savaşları getirin / Tarihin özünü yakın denizde / Yalvarış seslerini biriktirin / Akıtın bu fırtınanın önünde’. Arş’a ulaşan adalet çığlıkları, yakarışlar, yalvarışlar, gözyaşları, Gazze’de akan kanlar yeteri kadar birikmedi mi? Bu satırların yazarı heybeler dolusu adalet çığlığı, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ feryatları, bitmez tükenmez yakarışlar ve kuş sesleri topladı.
Ramazan’ın rahmet esintilerinin üstümüze yağmur gibi serpildiği bu kutsal zaman diliminin ruhuna uygun düşeceğine inandığım iki şiir ve şairlerinden söz etmek istiyorum. Hazreti Peygambere övgü içeren binlerce naat yazıldı. Hemen her şairin bir ‘naatı’ var. Fuzuli’nin ‘Dest-busi arzusuyla ger ölsem dostlar / Kuze eylen toprağum sunun anunla yara su’ beytinin yer aldığı ‘Su Kasidesi’ kuşkusuz zirvelerden biri.
Bugün çok gerilere gitmeden iki çağdaş naata dikkatlerinizi çekeceğim. İlki Arif Nihat Asya’nın ‘Seccaden kumlardı’ diye başlayan muhteşem şiiri. Naatlar şiirlerin sultanıdır. ‘Şiirin bazısı şüphesiz hikmettir’. Asya’nın naatini ben okumaya, dinlemeye doyamıyorum.
Acaba nasıl bir ruh haliyle yazdı?
Daha ilk mısrada içine çekiyor. Ayet ayet sure sure Selman-ı Farisi gibi dolaşıyorsunuz Mekke sokaklarında, Bilal Habeşi gibi Medine’nin çarşılarında. Medine’nin girişinde sabahın seherinde O’nu bekleyenlerden biri oluyorsunuz. Ve ‘Talaal Bedru Aleyna’yı söyleyen koroda buluyorsunuz kendinizi. ‘Üzerinize bir ay doğuyor üzerinize Veda tepesinden’.
Asya’nın ‘Seccaden kumlardı’ diye başlayan naatini nasıl yazdığını öğrenebilmek için epey kitap karıştırdım, şairi konu edinen doktora tezleri okudum, internette araştırdım fakat herhangi bir bilgiye rastlayamadım. Malum, Asya ‘Bayrak Şairi’ diye ünlendi. Vatan, millet, bayrak kavramlarını en iyi şiirlendirenlerden biri. Bayrak şiirin hikayesi var. Fakat naatının öyküsü, arka planı yok.
Arif Nihat Asya Osmanlı enkazı arasında doğmuş büyük bir trajedinin çocuğu. Yıkılan sadece imparatorluğu değil, ailesi de… Yıkımların içinden gelen biri o. Babasını çok erken yaşta kaybetmiş, annesi Filistin’e gelin gitmiş. Öksüz ve yetim kalakalmış. Tam 46 yıl anne özlemiyle yaşamış.
Naatı bu kadar duygulu yazmasının ipuçlarından biri bu olabilir. Hazreti Peygamber gibi o da yetim ve öksüz… Kalbi kırık, yüreği yanık… Dolayısıyla ilhama daha açık biri. Belki doğuştan şair… Şiir gibi bir hayat. Ve kelimelerin şiir olarak mısralara dönüşmesi. Kolay yazdığı her halinden belli. Naatını okuduğumda ‘Büyük emek yok, ilham var’ hissi veriyor bana. Adeta şiir kendini yazdırmış.
Gençlik yılları bunalımlarla, ruhi buhranlarda geçer Asya’nın. 30’lu yaşlarda durulmuş ve tasavvufa meyletmiş. Mevlevi dedelerinden Ahmet Remzi Akyürek’le tanışması hayatının dönüm noktası olmuş. Önce dedesi, sonra müftü olan eniştesinin yanında geçmiş çocukluğu. Dini bir havayı teneffüs ederek büyümüş. Neylersin ki çağ bunalım çağı…
Kayseri’de bir sohbette ‘Şeyh Akyürek benim manevi hocamdır. Onu mutlaka ziyaret etmeliyim’ dediği kayıtlara geçmiş. Ve ertesi günü Akyürek’in kabrine gitmiş. Arkadaşı anlatıyor: Toprağa kapandı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onun için yazdığı şu mısraları orada okudu: ‘Ney, kudüm, ud… uyumuşlar şimdi / Okur evradını kuşlar şimdi / Hepsi ‘Mevla’ diye çarpardı, yazık / O ‘yürekler’ soğumuşlar şimdi’.
Asya yeni hayatında eskiye sünger çeker. Bunalım yıllarının ürünü ‘Heykeltıraş ve Yastığımın rüyası’ adlı iki şiir kitabını ret eder. Tasavvuf bütün yaşantısına yansır. Başından iki evlilik geçer. Çocukları olur…
Kızı Fırat babasını anlatırken şu ifadeleri kullanır: ‘…İnsanlara olan sevgisi… Ben hayatımda bu kadar çok insanı yüreğine sığdırabilen başka bir kişi görmedim. Öyle bir yürek ki bu kadar sevgiyi nasıl alabiliyor? Gönül zenginliği diyebileceğim tarafı bence çok önemliydi’.
Fırat Hanım babasının kişiliğini anlatırken ‘Çepeçevre şahsi prensiplerle örtülmüş bir dünyadır bu. Öyle prensipler ki babam hayatı boyunca onlar için fedakârlık ve mücadele etmiş, bu prensiplerin dışına çıkmamış, çıkmayı düşünmemiştir. İşte dışarıdan sert görünen bu dünyanın içi alabildiğine yumuşak, sıcak, derin ve romantiktir. Sevgi şefkat doludur. Bu aşk Allah’a ve O’nun yarattığı her şeydi’ der.
Arif Nihat Asya tasavvuf yolunu benimsedikten sonra, sakin ama hassas, kendisiyle barışık ama kırılgan bir ruh haline bürünür. Kendisini anlatırken sözü simasına getirir ve şunları söyler: ‘Benim yüzüm güzel bir yüz değildir. Fakat yüzler içinde bana en çok yakışanı odur. Ve aynalar için değil, benim içindir. Güzel değildir, sevimli değildir, belki manalı da değildir. Fakat gelmiş, gelecek bütün yüzlerin bana en çok yakışanıdır. Hilkat onu verirken benim fikrimi sordu da verdi. Benim iyi, benim dost, benim kardeş yüzüm…’.
Bu ifadeler iç huzurunu yakalamış bir kişinin sözleri olabilir ancak. Yeri değil ama söylemesem olmaz, Ahmet Haşim esmer ve çiçek bozuğu çehresinden ve de ‘koca kafasından’ hiç hoşnut değildir. Memnuniyetsizliğinin şiirini de yazar: ‘Bu cehennemde yetişmiş kafaya / Kanlı bir lokmadır ancak mihenim / Ah! Ya Rabbi nasıl birleşti / Bu çetin başla bu suçsuz bedenim’. Kuşkusuz Haşim de büyük şair…
Asya her yazdığı şiir ve nesirde annesine mesajlar gönderir. Fakat bir ses çıkmaz. Uzun uğraşlar sonucu 46 yıl sonra annesinin izini bulur, Filistin’in Akka şehrine gider. Annesi felç olmuştur, konuşmadan birbirlerine sarılarak, ağlayarak yıllarını hasret dindirirler. Bu hasret diner mi?
Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra bir dönem DP’den milletvekili de olan Asya üretken bir şair ve yazardır. 33 kitaba imza atar. Siyasette aradığını bulamaz ve tekrar öğretmenliğe döner, öğrencilerine kavuşur.
Hayatına göz gezdirdim ama naatını hangi şartlar altında yazdığına ilişkin en ufak bir bilgiye nota ulaşamadım.
Naatı yazarken tasavvuf kültüründen beslendiği muhakkak… Anne ve babasızlığın hassaslaştırdığı ve incelttiği kırık kalbinin son derece etkili olduğu şüphesiz. Yoksa ‘Ey yetimler yetimi / Ey garipler garibi / Düşkünlerin kanadıydın / Yoksulların sahibi… / Nerde kaldın ey Resul / Nerde kaldın ey Nebi’ mısraları nasıl yazılabilir.
Asya’nın Naatı uzun bir şiir. 200’ün üzerinde mısradan oluşuyor. Öylesine hissederek yazmış ki kelimeler kelebek gibi kanatlanarak sizi 1400 yıl öncesine taşıyor adeta. Bugünü de ihmal etmiyor: ‘Biz dünyadan nereye / Göçelim ya Muhammed / Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet / Altın devrini yaşıyor / Diller, satırlar sayfalar / ‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar / Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed / Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor… Kabe’ne siyahlar / Yakışmamıştır ya Muhammed / Bugünkü kadar’.
Dün olduğu gibi bugün de riya, inkâr, hıyanet ve zulüm ‘tarihin altın devrini’ yaşıyor.
‘Gel’ çağrısı ile bitirdiği son bölüm çok dokunaklı… Her kelimenin kalbinin derinliklerinden geldiği öylesine aşikâr ki… Buna rağmen her mısra yalın ve sade… Anlaşılır. Her okuyan ne söylediğini kavrar. Bu kadar yalın anlatımla Süleymaniye gibi bir şaheser vücuda getirmek şairin marifeti.
Şiir biraz kapalı olur, ima eder, kendisini kolay ele vermez. Önce yüreğinizde duymanız, sonra şairi anlamanız, ardından ne demek istediğini şifre çözer gibi deşifre etmeniz gerekir.
Ama Asya’nın naatı çok farklı. Hem sade hem muhteşem hem yalın hem görkemli… Şu mısralara bakın: ‘Gel, ey Muhammed, bahardır… / Dudaklar ardında saklı / Aminlerimiz vardır!.. / Hacdan döner gibi gel / Miraç’tan iner gibi gel / Bekliyoruz yıllardır! / Bulutlar kanat, rüzgâr kanat / Hızır kanat, Cibril kanat / Nisan kanat, bahar kanat / Ayetlerini ezber bilen / Yapraklar kanat / Açılsın göklerin kapıları / Açılsın perdeler kat kat / Çöllere dökülsün yıldızlar / Dizilsin yollarına / Yetimler, günahsızlar / Çöl gecelerinden yanık / Türküler yapan kızlar / Sancağını saçlarıyla dokusun / Bilal-i Habeşi sustuysa / Ezanlarını Davud okusun’.
Ramazan’ın mübarek ikliminde naata da yer ayırın. Asya’nın muhteşem naatını okuyun, dinleyin… Manevi haz alacaksınız. Nurullah Genç’in ‘Yağmur’u haftaya kaldı. Genç’in naatının dokunaklı hikayesi var, onu anlatacağım…
BENİM KELİMELERİM: Ramazan, Oruç, Sahur İftar…
Geçen hafta ‘ey okur kelime deyip geçme’ diye yazmış bazı sorular da sormuştum. Çocuk kelimesinin eski Türkçe’den geldiğini domuzun yavrusuna dendiğini öğrenmişsinizdir herhalde. Denizli de yine domuzun bol olduğu yer anlamında. Donguzlu’dan bozulma. Keçiborlu’daki keçi bildiğimiz hayvan değil ‘kiçi’den bozulma küçük demek. Uluborlu’nun yanında küçük borlu da olur.
Ramazan kelimesi Arapça… Dat harfi Türkçeye geçerken Z’ye dönüşüyor. Aslı Ramadan’dır. Beyaz’ın z’si de dat harfidir. Beyda – beyza aynı kelimedir. Fazilet’in z’si de aynı şekilde. Efdal derken ne hikmetse z’li değil d harfiyle söylüyoruz. Ramadan Arapça kuru sıcak demek. Aynı kökten İbranice Remets kor, sıcak kül demek.
Oruç kelimesi Sogd’ça ‘roçag’ ve Farsça ‘rozag, roze’den gelir. Gün anlamına gelen ruze kelimesinden türeme. Nev-ruz’un ruz’u… Arapçası savm, sıyam… Sad harfiyle yazılır. Sahur Arapça seherden gelir. H Türkçe ince okunsa da kalın ha’dır. Seher vakti yenen yemek demek. İftar da Arapça… Kahvaltı demek. Fıtrat kelimesi ile aynı kökten. Fitre de öyle… T Arapça kalın Tı harfinden.